KIYMETLİ ZİYARETÇİLER UÇAN BLOGLARINA HOŞ GELDİNİZ

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Haccın Tarihçesi


HACCIN TARİHÇESİ


Hac Mekke'nin fethinden önce farz kılınmakla birlikte müşriklerle ilişkilerin iyi olmaması sebebiyle Müslümanlar ancak fetihten sonra hacca gidebildiler. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam'ın katılmadığı bu hacda Müslümanların yanında Arabistan'ın çeşitli bölgelerinden gelen müşrikler de vardı.

Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam fetih yılında bir hac emiri tayin etmemiş, Mekke Valisi Attab b. Esid bu görevi yerine getirmiştir. Fethi takip eden yıl Hz. Ebu Bekir hac emiri olarak görevlendirilmiş ve müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşamayacağı (Tevbe, 9/28) kadın veya erkek hiç kimsenin çıplak tavaf yapamayacağı gibi hususları tebliğ etmek vazifesi ise Hz. Ali'ye verilmiştir.

Hicretin 10. yılında hac görevini ifa eden Resûl-i Ekrem aleyhisselatu vesselam'dan sonra gelen halife ve hükümdarlar da ya bizzat kendileri hacca gitmek yahut emir tayin etmek suretiyle hac kafilelerinin bu vecibeyi huzur içinde yerine getirmelerini sağlamışlardır. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, halifeliklerinin ilk yılında hac emiri tayin edip ertesi yıl bizzat hacca gitmişler, Hz. Osman halifeliğinin ilk ve son yılları hariç her yıl haccetmiş. Hz. Ali ise iç karışıklıklar sebebiyle hilafet yılları içinde buna hiç fırsat bulamamıştır.

Emevi halifelerinden Muaviye, ilki 44 (665) yılında olmak üzere birkaç defa, Abdülmelik b. Mervan 75'te (695), I. Velid 91 (710) ve 95'te (714), Süleyman b. Abdülmelik 97'de (716), Hişam b. Abdülmelik 106'da (725) haccetmişlerdir; Hişam'dan sonraki Emevi halifelerinin hiçbiri hacca gitmemiştir. Abbasilerden hacca giden ilk halife 140 (758), 147 (765), 148 (766) ve 152 (769) yıllarında hacceden ve 158'de (775) hac yolunda ölen Ebu Ca'fer el-Mansur'dur, Mehdi-Billâh iki defa, Harunürreşid ise dokuz veya on bir defa hacca gitmiştir. Harunürreşid'den sonraki halifeler (Fatımi halifeleri de dâhil) devlet merkezinden uzun süre ayrılmayı göze alamadıkları için hacca gitmemişlerdir.
Abbasiler döneminde haccı etkileyen faktörlerin başlıcaları iç karışıklıklar, dış tehditler, bedevilerin çapulculukları, iktisadi sıkıntılar, susuzluk ve aşırı sıcaklarla sağlık problemleriydi.

Abbasi halifeleri, hacıların yol güvenliğini sağlamak için büyük organizasyonlar kurmuşlardır. Horasan'dan ve diğer uzak yerlerden gelen hacı adayları şevval ayında Bağdat'ta toplanır ve burada düzenlenen bir törenle yola çıkan kafileyi bir askeri birlik korurdu. Kafileler Kûfe, Necef, Kadisiye gibi etrafı hurmalıklarla çevrili yerlere ve büyük şehirlere uğrar, Fırat nehrini sallardan yapılmış bir köprü üzerinden geçerek Arabistan çölüne iner, sonra Necid yaylalarını geçip Hicaz dağları istikametinde yol alırdı. Harunürreşid'in karısı Zübeyde 3 milyon dinar harcayarak Bağdat-Mekke yolunu yaptırmıştı; bu yol daha sonra Nizamülmülk ve Adudüddevle tarafından da tamir ettirilmiştir. Yol boyunca inşa ettirilen büyük su depoları müstahkem kalelerdeki askerlerin gözetimi altındaydı. Kervanın başında atlı muhafızların refakatinde halifenin mümessili yer alır, bunu hacı grupları takip ederdi.

Endülüs Emevi hükümdarları ise devamlı şekilde Hıristiyanlarla savaş halinde oldukları için kendileri hacca gitmedikleri gibi halka da izin vermediler; âlimler de cihadın hacdan daha büyük önem taşıdığını, böyle bir zamanda altının yurt dışına çıkarılmasının uygun olmadığını söylediler; bu sebeple çok az sayıda Endülüslü haccedebilmiştir. Bu bilgilerin ışığında Harunürreşid'den sonra Mısır, Suriye ve Irak gibi Arap yarımadasına komşu ülkelerin hükümdarlarının istisnai olarak hac farizasını yerine getirdikleri söylenebilir.
Ortaçağ'da hac birçok âlim ve edibin meslek hayatlarının başlangıcını oluşturmuştur. V (XI) ve VI. (XII.) yüzyıllarda Nişabur'da genellikle müderris ve kadılar görevlerine başlamadan önce Mekke'ye giderlerdi. Bu kişiler için hac, İslami ilimlerin merkezini ziyaret etmek ve İslam hukuku veya hadis araştırmalarını yerinde sürdürmek anlamına geliyor, memleketlerine döndüklerinde de kendilerine bir saygınlık kazandırıyordu.

(Bu bölüm, Abdülkerim ÖZAYDIN, "Hac", DİA., XIV, 399-400'den özetlenerek hazırlanmıştır.)
*******************************

Osmanlı Dönemi Hac

Osmanlılar, 1517'de Hicaz'ın yönetimini Memlükler'den devralmakla bütün İslam dünyasını ilgilendiren hac organizasyonunun sorumluluğunu da yüklenmiş oldular. Başşehir İstanbul Haremeyn'e çok uzak, fakat deniz ve kara yoluyla bağlantılı idi; bu bağlantıda resmi Şam ve Kahire güzergâhları ön plana çıkıyordu. İstanbul-Kahire hattında denizyolu önem kazanırken Şam'dan itibaren güneye yönelen İstanbul-Mekke kervan yolu uzun olmakla birlikte elverişli bir güzergâhı takip ederek Hicaz'a ulaşıyordu.

II. Abdülhamid döneminde askeri nakliyatın yanı sıra hac yolculuğunu kolaylaştırmak amacıyla Hicaz demiryolu yaptırılmışsa da 1908'de Medine'ye ulaşan hattın daha sonra Mekke'ye ve oradan da Cidde'ye kadar uzatılma planı, imparatorluğun dağılış sürecinde Türkler aleyhine kışkırtılan bedevilerin saldırıları yüzünden gerçekleştirilememiş, Medine'ye gelen trenler de daha çok asker ve mühimmat taşımıştır.

İstanbul, Şam ve özellikle Kahire'de hacca gidiş ve dönüş sırasında halkın da seyredebildiği çeşitli törenler yapılırdı.
Yavuz Sultan Selim'den itibaren "Hadimü'I-Haremeyn" unvanını alan Osmanlı padişahlarının önemli görev ve sorumluluklarından biri, Suriye ve Arabistan çöllerini aşarak yaptıkları uzun yolculukta hacıların güvenliğini sağlamaktı. Hacıların güvenliğinin sağlanması, sadece büyük askeri birlikler bulundurmakla mümkün olabiliyordu. Hac kervanlarına ya bir yeniçeri bölüğü veya tımarlı sipahi birliği eşlik ederdi. Hac kervanının güvenliği için güzergâhta bulunan bedevilerden de faydalanılır ve onlara yaptıkları yardımlar, kafileye getirdikleri su ve yiyecekler için resmi ödeme (surre) yapılırdı. Çöldeki birçok konak yeri, kervanın su ihtiyacını sağlayan kuyu ve sarnıçları korumakla yükümlü küçük karargâhlar tarafından savunulurdu.

Hem dini hem de siyasi bakımdan böylesine hayati önem taşıyan hac güvenliği konusu. 1683-1699 Osmanlı-Avusturya savaşlarının dağdağasında bile ihmal edilmemiş, Haremeyn'e yapılan harcamalarda kesintiye gidilmemiştir.
Osmanlı hükümeti, iyi düzenlenmiş bir hac şehrinin oluşturulması amacıyla azami çabayı göstermiş ve şehrin alt yapısına küçümsenmeyecek miktarda yatırım yapmıştır. Hac organizasyonunun bir uzantısı olarak Osmanlı döneminde Kâbe de zaman zaman onarılmış, IV. Murad döneminde (1623-1640) duvarları taş taş sökülerek orijinalitesine dokunulmadan yeniden inşa edilmiştir. Aynı şekilde Osmanlılar Medine'de de özellikle Mescid-i Nebevide imar faaliyetlerinde bulunmuşlar, ayrıca irili ufaklı birçok cami, medrese vb. tesisler yapmış ve bunlar için gelirleri yüksek vakıflar kurarak hacıların dini vecibelerini kusursuz biçimde yerine getirebilecekleri bir ortam oluşturmaya çalışmışlardır.

Osmanlı padişahları, devlet merkezinden ve savaşlar sırasında Avusturya ile İran sınırlarından uzaklaşmamak için hacca gidememişlerdir; fakat hanedanın kadın üyeleri arasındaki hacıların sayısı oldukça fazladır.

(Bu bölüm, Abdülkadir ÖZCAN, "Hac", DİA., XIV, 400-408'den özetlenerek hazırlanmıştır.)
************************************

Günümüzde Hac


Günümüzde hac hizmeti, hem gözetim ve denetim hem de organizasyon yönüyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sunduğu önemli hizmetlerden biridir. Başkanlığımız 30 yılı aşkın süredir, haccın dinimizin emirlerine, ülke insanımızın onuruna ve beklentisine uygun bir şekilde ifasına rehberlik ve öncülük etmekte, ilgili mevzuat çerçevesinde ülkemizde hac hizmetlerini titizlikle yürütmektedir.

Ülkemiz hac organizasyonu, bugüne kadar bir çok merhaleden geçerek büyük bir tecrübe kazanmıştır. Sayısı 1 milyona yaklaşan vatandaşımızın hac kayıt işlemlerini yapmak, düzenlenen seminerlerle hacı adaylarını ve görevlileri eğitime tabi tutmak, Mekke ve Medine'de uygun oteller kiralamak, bir buçuk ay içerisinde bu kadar insanı kendi evlerinden alıp hava yoluyla başka bir ülkeye taşımak, kalacakları otellere yerleştirmek, intikalleri sağlamak, dini rehberlik ve tedavi hizmetleri vermek, yemek ihtiyaçlarını karşılamak, vefat edenlerin defin işlemlerini takip etmek, hac ve ziyaretlerini yaptırdıktan sonra hacıların belli bir sistem dahilinde yurda dönüşlerini sağlamak, bütün bu ve benzeri hizmetleri imkânlar ölçüsünde herhangi bir karmaşaya fırsat vermeden yerine getirmek şüphesiz zor bir iştir. Ancak yaptığı bu hizmetin öneminin ve taşıdığı ağır mesuliyetinin bilincinde olan Diyanet İşleri Başkanlığı edindiği tecrübelerle birçok zorluğa rağmen hac organizasyonu düzenleme konusunda önemli mesafeler almıştır. Fakat kabul etmek gerekir ki, daha iyiyi ve mükemmeli yakalamak için yapılması gereken daha çok iş vardır.

Cumhuriyet dönemindeki Hac organizasyonlarına baktığımızda; özellikle Cumhuriyetin kuruluşundan (29 Ekim 1923) aşağı yukarı 6-7 yıl önce Hicaz bölgesinin Osmanlı hakimiyetinden çıkması ile kapanan hac yolu ve takip eden yıllarda gelen felâketler, hac seyahatinin sekteye uğramasına sebep olmuştur. Esasen surre de, Birinci Dünya Harbinde (Ağustos 1914-Kasım 1918) yolların kapanmasıyla Şam’dan geri dönmek zorunda kalmış, böylece yapılamayan hac seyahatinden sonra surre de tarihe karışmıştır.

Bu tarihden sonra ferdi girişimlerin dışımda uzun yıllar devlet eliyle hac organizasyonu gerçekleşememiştir. Başlangıçta Hicaz bölgesinin ve hac güzergâhının sömürgeci ülkeler tarafından işgâli, can ve mal güvenliğinin olmaması, başta kolera olmak üzere salgın hastalıklar ve diğer sağlık sorunları, sınırlardaki tehlikeler gibi sebeplerle yapılamayan hac seyahati, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da, ülkemizin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik şartlar nedeniyle oldukça uzun bir dönem yapılamamış, dolayısıyla hacca gidenlerin sayısı da oldukça az olmuştur.

1946’da yapılan bir araştırmada, 30 yıllık bir aradan söz edilmektedir. 1917’den 1947’ye kadar resmi hac izni olmamasına rağmen ikinci bir ülke üzerinden, kaçak yollarla pasaportsuz veya tüccar pasaportuyla hacca gidenler olmuştur.

1947’de hacca ilk defa izin verilmiş ve o yıl takriben 7.000 dolayında vatandaşımız hacca gidebilmiştir.

1950’de ise; hacca gidenlerin sayısı 9.000’i bulmuştur.

1960’lı yılların başında birkaç sene kesintiler olmuşsa da, sonraki yıllarda tekrar izin verilmiş ve çok sayıda insanımız hac görevini yapmıştır.

1953-1978 yılları arasında gerçekleştirilen hac yolculukları İçişleri Bakanlığı’nın koordinatörlüğünde ve ilgili kuruluşların iş birliği içerisinde yürütülmüştür.

İlgili kararnâmeler ve yönetmelikler çerçevesinde hac organizasyonları;

1979-1988 yılları arasında Türkiye Diyanet Vakfının işbirliğiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nca düzenlenmiş ve vatandaşlarımız da hac ibadetlerini, bu organizasyon altında ifa etmişlerdir.

1989-2000 yılları arasında hac organizasyonları, Başkanlığımız ile Başkanlığımızın gözetim ve denetim altında “A” grubu seyahat acentelerince ayrı ayrı düzenlenmiş ve vatandaşlarımız Hac Komisyonu’nca belirlenen oranlara göre, bu organizasyonlardan birisi ile hac farizalarını ifa etmişlerdir.

2001-2005 yılları arasında ise hac organizasyonları, serbest rekabet kuralları çerçevesinde yürütülmüş, vatandaşlarımız hac seyahatlerini, Diyanet İşleri Başkanlığı veya “ A” grubu seyahat acentelerin organizasyonlarından birisini serbestçe tercih ederek gerçekleştirmişlerdir.

27.05.2005 tarihinde ilgili kararnâmede yapılan değişikliğe göre 2006 yılından itibaren, ülkemize tanınan hac kontenjanı çerçevesinde, hacı adaylarından % 60’ı Başkanlık, % 40’ı  “A” grubu seyahat acentelerince hacce götürülmeye başlanmıştır.

Suudi Arabistan'ın 1987’de Amman'­da İslâm Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı'nda kabul ettirdiği bir karara gö­re Hac'da kota uygulaması başlatılmıştır. Halen Türkiye'nin kotası nüfusuna oran­la 70.000 olup, müracaatlar bu sayı da­hilinde kabul edilmekte, Hac Komisyonu tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı ile "A" grubu seyahat acenteleri arasında paylaştırılmaktadır. 1979'dan itibaren de­niz yoluyla hac ve umre seferleri kaldırıl­mış, bir engel bulunmamakla birlikte son yıllarda karayolu terkedilerek havayo­luna ağırlık verilmiştir.

2007 yılından itibaren vatandaşlarımızca hac ibadetine yoğun ilgi gösterilmesi sonucu hacca gitmek isteyenler arasından kura çekilerek hac kayıtları yapılmaktadır. Ancak, daha önceki yıllarda hac kayıtı yaptırmış ve kuraya katılmış vatandaşlarımız yeni kayıt yaptıranlara göre daha şanslı  olarak kuraya girmektedirler.

Diyanet İşleri Başkanlığı, haccı bir ibadet ve eğitime bir vesile olarak görmektedir. Bu itibarla kontenjan sınırlaması nedeniyle kura çekimi sonucu hacca gidildiğinden; ömründe bir kez hacca giden vatandaşlarımızın hac farizalarını, adabına, usul ve erkanına uygun bir şekilde yerine getirmeye ve bu ibadetde sunulan hizmetin kalitesini her geçen yıl daha da artırmaya yönelik çalışmalar devam etmektedir.

UÇAN Blogları

Dikkat!
Görüntü ve Bilgiler Alıntıdır Telif Hakkı İle Korunuyor Olabilirler.

Hiç yorum yok: