KIYMETLİ ZİYARETÇİLER UÇAN BLOGLARINA HOŞ GELDİNİZ

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Oruç ve Hikmetleri-2

Orucun Hikmetleri


Oruç ibadetinden çıkarılabilecek bazı hikmetleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

1- Oruç, baştan başa bir zikirdir. Ramazan Ayında farz olan orucu tutan bir Müslüman, bir ay boyunca devamlı olarak Allah'ı zikir etmektedir. Gündüz, oruçlu olduğunun şuuru içinde bulunduğu için daima Allah'ı hatırlar, oruç bozacak işlerden kendisini korur, iftardan sonra; namaz ve benzeri ibadetlerle meşgul olur ve yatarken sahura kalkabilme endişesini taşır. Dolayısıyla oruçlu kişinin Allah'ı hatırlamadığı bir anı yoktur.

2- Oruç, kişiyi ruhsal yönden terbiye eder. Gerçek anlamda oruç tutan kimse, kelimenin tam anlamıyla ruhsal olgunluğa erişir. "Oruçlu kişiye eğer birileri sataşırsa, 'ben oruçluyum, ben oruçluyum', desin" (Hadis-i Şerif. Buhari-Tecrid-i Sarih Terc. c. 6/2 95)

3- Oruç, kişiyi sabırlı kılar. Özellikle, bazı kötü alışkanlıklarına mahkum olan bir kişiyi, belirli bir süre zarfında, oruçtan başka hangi kuvvet bu alışkanlıklarından alıkoyabilir? Alışkanlıklardan uzak durmak büyük bir sabır işidir.

4- Oruç, görür gibi Allah'a inanmanın ve gerçek anlamda Allah'tan korkmanın bir sembolüdür. Çünkü, oruçta kişi yalnız Allah'tan korkar, hiç kimsenin kendisini görmediği zamanlarda orucunu bozmayan bir mü'min, gerçekten Allah'tan korkan, Allah'ı görür gibi ona inanan kişidir.

5- Oruç, müslümana yılın diğer günlerinde yiyecek bulamayıp, açlık ve yokluk çekenlerin durumunu fiilen hatırlatır, dolayısıyla aç ve açıkta bulunan insanlara yardıma koşma, onların ihtiyaçlarını giderme gayreti göstermeye iterek, fiili bir şükür yapmayı öğretir.

6- Oruç, bir aylık uzun bir perhiz olup, organların uzun süre dinlenmesini sağlayarak, insan sıhhatini korur; kişiye güç ve zindelik verir.

7- Oruç, müslümanı disipline sokar, müslümana zamanının önemini hatırlatır.
********************************

Her ibadetin yerine getirilmesinde sayisiz hikmetler ve bilemedigimiz nice yararlar bulunmaktadir. Ancak kula gereken, ibadeti hikmet ve faydalari için degil, sirf Allah'in emrini yerine getirmek ve ibadet maksadiyla yapmaktir. Zira bir isten maksat ne ise hüküm ona göre verilir. Faydasi sonsuz olan ve büyük hikmetler barindiran ibadetlerden biri de oruçtur.

Kelime olarak “imsak”, yani “kendisini tutmak” anlamina gelen oruç (savm); müslüman, âkil ve balig olan kimselerin ibadet niyetiyle, tan yeri agarmasindan baslayarak, günes batincaya kadar yiyip içmekten, cinsî iliskiden ve bu iliskiye davet eden her türlü davranistan kendisini tutmasi demektir.

Oruç Allah'in bir emri olup, farziyeti Kitap, Sünnet ve Icma ile sabittir. Kur'an-i Kerim'deki: “...oruç sizden önceki ümmetlere farz kilindigi gibi size de farz kilindi.” “…sizden her kim bu aya (Ramazan'a) yetisirse onun orucunu tutsun”, ayetleri ile Hz. Peygamber s.a.v.'in; “Islâm bes esas üzerine bina kilinmistir. (Bunlar) Allah'tan baska ilâh olmadigina ve Muhammed'in Allah'in Rasulü olduguna sahadet etmek, namaz kilmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmektir”, seklindeki hadisi, sartlarina haiz olan müslümanlar tarafindan orucun mutlaka yerine getirilmesi gereken bir ibadet olduguna açikça isaret etmektedir. Ayrica Ramazan orucu Hz. Peygamber s.a.v.'den asrimiza kadar tevatür yoluyla sabit olmus ve günümüzde de oldugu gibi her dönemde bütün müslümanlar bu oruç farizasini ittifakla yerine getirmislerdir.

Manevi hikmetler

Oruç ruhu takviye eder. Kur'an-i Kerim'de de ifade edildigi gibi, insan ruh ve bedenden mütesekkil bir varliktir. Maddi olan varligi insani iyi ve güzele yönlendirdigi gibi, zaman zaman onu azginliga ve Yüce Allah'in yapilmamasini emrettigi hususlara da sevk edebilir. Iste tam bu sirada oruç devreye girer ve insani manen takviye ederek, yasak olan fiilleri islememesi konusunda ona yardimci olur. Insanin manevi yasantisi ve iradesi ne kadar kuvvetli olursa, Allah'a olan yakinligi da o nispette artar.

Takvayi gerçeklestirme konusunda en büyük yardimcilardan biri süphesiz oruçtur. Takva Allah'tan nasil korkulmasi gerekiyorsa öylece korkmak ve her fiil, söz ve harekette murakabe yapmaktir. Oruç tutan kisi, Allah'in emrine boyun egerek, belirli bir zaman diliminde yemeyi, içmeyi vs. birakmak suretiyle takvaya (Allah katinda manen yükselme amacina) yönelir.

Oruç iradeyi kuvvetlendirir. Insani diger varliklardan ayiran en büyük özellik akildir. Akli sayesinde insan istedigini yapabilir. Bazi insanlar akillarinin kendilerine gösterdigi hakikatlerin farkina varamayarak, zararli veya faydali olmasina bakmaksizin hayatlarini hep baskalarini taklit ederek geçirirler. Bu nedenle oruç insan için sahsi iradeyi terbiyede etkili olur. Oruç, insani kurtulusa götüren muayyen bir yola, muntazam bir hayat tarzina yöneltir. Bu gerçegi gören günümüzün alimleri, iradeyi terbiye etmek ve özünde bulunan güzellikleri ortaya çikarmak için oruç tutmayi tavsiye etmektedirler.

Insanin belirli dönemlerde ve bilhassa gençlik çaginda, Islâm'in hos görmedigi yollara düsmekten korunmasi için iradesini kuvvetlendirmesi gerekir. Insan iradesini saglamlastirmanin ve kötü yollara düsmekten korumanin en güzel yollardan birinin de oruç tutmak oldugu gerçegi, Hz. Peygamber s.a.v.'in; “Ey gençler toplulugu! ...sizden evlenmeye kimin gücü yetmiyorsa o oruç tutsun. Çünkü oruç onun için koruyucu bir kalkandir.” hadisinden açikça ortaya çikmaktadir.

Oruç sabri ögretir. Nefsin sinirsiz istekleri vardir. Onun her istegini yerine getirmek mümkün degildir. Nefsin uygun olmayan telkinlerine dur diyebilmenin yollarýndan biri de süphesiz sabirdir. Oruç tutan insan, nefsinin bazi isteklerine gem vurarak en güzel sabir örneklerinden birini vermektedir. Bunun içindir ki, oruç tutmanin farz oldugu Ramazan ayi “sabir ayi” olarak bilinir. Hz. Peygamber s.a.v.; “Sabir (Ramazan) ayinin orucuyla, her aydan tutulan üç gün oruç, gögsün hararetini (nefsin azgin isteklerini) yok eder.” Baska bir hadiste de; “Her seyin bir zekâti vardir. Vücudun zekâti da oruçtur. Oruç sabrin yarisidir.” buyurmuslardir.

Oruç nefsi terbiye eder. Diger yaratiklardan hayvanlarda bulunan sehevî kuvvet, yirtici mahlukatta bulunan gadabî kuvvet, meleklerde bulunan ruhanî kuvvet, insanda da bulunur. Insan oruç tutmak suretiyle, sehevî ve gadabî kuvvetlerin istek ve arzularina boyun egmeyerek ruhani kuvvete yönelirse, o zaman adeta meleklesir ve Hz. Peygamber'in müjdeledigi sabrin yarisina erismis olur. Islâm'da tembellik ve teslimiyetçilik hos görülmemistir. Karsilasilan her türlü engel ve zorluklarin asilabilmesi için öncelikle oruçla sabir ve iradenin kuvvetlendirilmesi tavsiye edilmistir. Zira oruçla nefsini terbiye edemeyen, bir günlük açliga sabredemeyen kisi, sehevî arzulari kamçilayan nefsin esiri olur. Nefsinin pesine düsen bir kisinin ise sonu hüsran ve pismanliktir.

Oruç, insana Allah'in bahsettigi nimetlerin kiymetini fark ettirir. Insana nimetler devamli verildikçe, onlara ve onlari verene karsi saygi duygusu azalir. Nimetin kiymeti ancak olmadigi zaman bilinir. Aciyi tatmayan tatlinin, zifiri karanlikta kalmayan gündüzün kiymetini bilemez. Oruçta fakiri gözetme, yeme, içme ve doymanin kiymetini bilme vardir. Aç kalanlarin durumunu hatirlamak, orucun içtimai sirlarindan biridir. Oruç tutana bu durumda olanlarin halini hatirlatmak için ne belig bir hutbeye, ne de fasih bir lisana ihtiyaç vardir. Zira oruçlu, bagirsaklarindaki patirtiyi ve midesinin sesiyle ister istemez aç olani hatirlar.

Oruç, tok olana aç olanin halini ögretir, yardima tesvik eder. Sayisiz nimetler içinde bulunan bir kisi aç olanin, issiz bucaksiz bir çölde kalip da susuzluktan dudaklari çatlamayan bir kisi de susuz olanin halini nereden bilsin? Her istediklerine ulasabilen kisiler, bütün insanlarin da kendileri gibi büyük nimetler ve rahatlik içinde oldugunu zannederler. Bir lokmaya muhtaç olan, çöplüklerden günlük ihtiyacini karsilamaya çalisan insanlarin varligindan habersiz olarak veya böyle kisileri hiç kâle almaksizin dünyanin her türlü nimetinden en güzel sekilde yararlanmaya devam ederler.

Insanlarin içinde bulundugu aci gerçegi ortaya koymak, bir ay gibi kisa bir süre de olsa ayni hisleri yasatmak ve açliktan nefesleri kokan insanlarin varligini ve onlarin çektikleri izdirabi hatirlatmak maksadiyla Yüce Allah oruç tutmayi emretti. Aç ve susuz kalmayi belirli bir zaman dilimi için zaruri kildi. Ta ki zengin muhtaca yardim etsin. Kendisi sayisiz nimetlere sahipken aç olanin halini bilsin de, hiç olmazsa ona ölmeyecek kadar da olsa yardim elini uzatsin ve Allah'in kendisine bahsettiklerden bir kismini böyle kisilerle paylassin. Zengin hatirlasin ki, etrafinda aç insanlar, hayâlarindan dolayi kimseye hallerini arz edemeyen, sokaklara çikip el açamayan muhtaç eller var. O fakirlerin halini anlasin da zenginin kalbi yumusasin ve böylece muhtaç olanlara yardim elini uzatsin.

Hz. Peygamber s.a.v.'in; “Merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” “Yeryüzünde olanlara merhamet ediniz ki, gökyüzünde olanlar da size merhamet etsin.” hadislerinde de belirtildigi gibi, Cenab-i Allah ancak rahmet edene merhamet eder.

Hz. Yusuf'un yeryüzünün bütün hazinlerine sahip oldugu halde çok oruç tuttugu, kendisine niçin çok oruç tuttugu soruldugunda; “iyice doydugum zaman fakirin aç kaldigini unutmaktan korktugum için” diye cevap verdigi rivayet edilmektedir.

Oruç, teslimiyet ve itaati ögretir. Zira oruçta mutlak olarak kainatin yegane sahibi olan Allah'a teslimiyet ve hakkiyla O'na ibadet vardir. Bu bütün oruçlularda müsterek olarak bulunan bir hikmettir. Ibadetlerin kabul edilebilmesi ve gerçek manada kulluk yapilabilmesi ancak Allah'a mutlak bir teslimiyetle mümkündür.

Bakara Suresi'nin 285. ayetinde de belirtildigi üzere, gerçek müminler Allah'in emir ve yasaklari kendilerine bildirilince, hiç tereddüt etmeksizin hemen onu kabul ederler. Onlar sadece Yüce Allah'tan af dilerler. Çünkü onlar sonunda dönüsün ancak ve ancak Allah'a oldugunu bilirler.

Allah'a kulluk ve teslimiyet gerçek anlamda oruçla ortaya çikar. Oruçlu acikir ve susar. Önünde bütün nimetler bulundugu halde, sadece Allah'in emrine uyarak ve O'nun rizasini umarak sabreder. Bunun içindir ki Cenab-ý Allah: “Insanoglunun bütün amelleri kendisi içindir. Ancak oruç hariç.” buyurmustur.

Zahiri hikmetler

Oruçta sihhati koruma vardir. Hz. Peygamber s.a.v.; “Oruç tutun ki, sihhat bulasiniz” buyurmustur. Orucun insan sagligi üzerindeki müspet etkileri bugün tibbi otoriteler tarafindan da kabul edilmektedir. Bunun içindir ki oruç tip sahasinda bir çok vakalarda tedavi vasitasi olarak kullanilmakta ve hatiri sayilir bir yeri bulunmaktadir.

Sahasinda uzmanlasmis doktorlarin belirttigi gibi; insanin saglikli olmasinin en belirgin örnegi kendi midesidir. Bu nedenle mide sifanin evi konumundadir. Sagligi koruyucu önlem olarak önce mideden baslamak gerekir. Bütün hastaliklarin temelinde fazla gida alma ve asiri beslenme yatmaktadir. Mideyi fazla doldurmamak, gereginden fazla yemek yiyerek bünyenin çalismasini zorlastirmamak lazimdir. Oruç, metabolizmayi düzene koymak için kaçirilmaz bir firsattir. Ramazan ayi boyunca tutulan oruç sayesinde sindirim sistemi dinlenir, tazelenir ve hastalikli olan yerleri iyileserek yepyeni olur.

Zarari faydasindan çok olmakla birlikte, insanlarin çogunlugu devamli olarak ihtiyacindan fazla yemeyi adet haline getirmistir. Bu nedenle oruç tutan kisiler az yemek suretiyle midelerinin fazla yorulmamasini ve saglikli kalmasini saglamis olurlar.

Diger yönden oruç tutacak olan kisinin imsak vaktinden önce kalkarak, az da olsa bir seyler yemesi tavsiye olunmus ve bu yemekte bolluk ve sayisiz hikmetlerin bulundugu hususu Hz. Peygamber s.a.v. tarafindan bizlere bildirilmistir. Islâm alimleri sahur yemenin müstehap oldugunu ittifakla kabul etmislerdir. Ayrica sahur, Hz. Peygamber s.a.v'in ifadesiyle, hristiyanlarin orucuyla müslümanlarin orucunun arasini ayiran bir fasildir. Zira hristiyanlar sahura kalkmazlar.

Nasil ki sahur yemede büyük hikmetler varsa, iftar açmada da sayisiz hikmet ve faydalar bulunmaktadir. Sahuru geciktirmek gerektigi halde, Hz. Peygamber s.a.v.'in; “Insanlar iftari acele yapmaya devam ettikleri müddetçe hayirla yasamada daimdirler.” hadisinden de anlasilacagi üzere, iftarda acele etmek ve bir an evvel hurma, zeytin, su vs. ile orucu açmak gerekir. Bunda da sayisiz hikmetlerin oldugunu bildiren çok sayida hadis-i serif bulunmaktadir.

Diger yönden oruç tutan dilini daima zikirle, kalbini de tefekkürle mesgul etmeli ve bilhassa iftarini açarken çokça dua etmelidir. Çünkü iftar açarken oruçlunun yaptigi duanin reddedilmeyecegini bize Hz. Peygamber s.a.v. müjdelemektedir. Bu hususta en meshur dua: “Allahim! Senin rizan için oruç tuttum. Sana iman ettim ve isimi sana havale ettim ve senin rizkinla iftar ettim” seklinde yapilan duadir.

Buraya kadar izaha çalistigimiz gibi, gerçekten oruç hem maddi hem de manevi bir tedavi vasitasidir. Kurumus kalpler oruçla yeserir. Susamis gönüller oruçla hayat bulur. Öyleyse bize düsen, Yüce Allah'in emrine uyarak manen ve madden hakkiyla orucumuzu tutmak, oruç vesilesiyle Rabbimiz'in bize bahsedecegi bildigimiz ve bilemedigimiz nice nimetlere kavusmak için gerekli gayreti göstermektir.
**********************************
Değerli Müminler!

Yüce dinimizin temel ibadetlerinden birisi de Ramazan ayında oruç tutmaktır. Oruç, niyet ederek, tan yerinin ağarmaya başlamasından itibaren güneş batıncaya kadar yemeden, içmeden ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.
Oruç, bizi dünya kötülüklerinden sakındıran, ahirette cehennem ateşinden koruyan ve günahlarımızın bağışlanmasına vesile olan önemli bir ibadettir. Allah’ın her emrinde olduğu gibi, oruç ibadetinde de birçok hikmetler, bizim için maddi, manevi pek çok faydalar vardır. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerimde Orucun farz kılınmasındaki hikmetleri şöyle bildirmektedir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı”.(1) Sevgili Peygamberimiz (sav)’de şöyle buyuruyor: “Kim inanarak ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (2)
Muhterem Müminler!
Oruç, sadece belirli bir süre aç ve susuz kalmaktan ibaret değildir. Oruç, köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, iyi huylar kazandıran bir ahlak eğitimidir. Sevgili Peygamberimiz(sav) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “ Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allah onun, yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez.”(3) Oruç, Müslüman’ı dünyada günah işlemekten, ahirette cehennem ateşinden koruyan bir vasıtadır. Peygamberimiz (sav): “ Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu bir günde, kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Ona birisi sataşır veya küfrederse; ben oruçluyum desin.” Buyurmaktadır.

Dünyada her kötülüğün başı, Allah’ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Oruç ise, bize daima Allah’ı hatırlatır. Sorumluluk duygusunu geliştirir. Bir ay boyunca devam eden bu manevi eğitimin olumlu tesiriyle insan, davranışlarını kontrol altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşır.

Değerli Müminler!
Hayatında açlık nedir bilmeyen varlıklı bir insan, yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? Onların çektiği izdırabı yüreğinde duyabilir mi? Elbette gereği gibi duyamaz. Fakat bu insan oruç tutarsa, açlığın ne olduğunu bizzat tatmış olur. Böylece yokluk içinde bulunan fakirlerin sıkıntılarını içinde duyarak, şefkat, merhamet duygularını geliştirir. Bunun sonucu olarak da fakirlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur.
Oruç sağlığı korur. Nimetlerin kıymetini ve insana sabırlı olmayı öğretir. Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “ Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız.”(5) Oruç insanı hem bedenen, hem fiziksel hem de ruhsal yönden dinlendirir. Dokuları temizler. Bir yıl boyunca birikmiş olan toksinleri, zehirleri atar.
Oruç, büyük bir sabır ve fedakârlık sonucu, yerine getirilen bir ibadet olduğu için, karşılığı da, ona göre kat kat fazlasıyla verilecektir. Lütuf ve ihsanı sonsuz olan Yüce Allah, “Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben veririm.”(6) buyurarak, oruca ayrı bir önem vermiştir.
O halde insanın, orucundan beklediği manevi hazzı alabilmesi ve günahlarının bağışlanması için, sadece midesine değil, bütün organlarına oruç tutturması gerekir.

Yüce Rabbimiz bizleri, bütün azalarımızla gerçek manada oruç tutan kullarından eylesin.

Kaynaklar
1-Bakara,183
2-Buhari, Savm,7
3-Buhari, Savm,8
4-Buhari, Savm,9
5-Heysemi, Mecmau’z-zevaid,2/70
6-Buhari, Savm,9
7-Tirmizi, Savm,55
************************************
Oruç ve Hikmetleri
Ramazân ayındaki oruç, İslâmiyetin beş rüknünden birincilerindendir. Hem de İslâmın alâmetleri olan şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

Biliyoruz ki ezan, selâm, başörtüsü, minâreler ve câmiler de İslâmiyeti âzam mertebede ihtâr ederler. Bunların yanında “sübhânallah, elhamdülillah, mâşâallah, barekâllah” gibi kelimeler, selâmın lâfızları, besmele gibi birçok kavram İslâm işâretlerine yani şeâire dâhildirler. Mezar taşları, medreseler, çeşmelerdeki kitâbeler de bu mâ’nâda birer İslâm nişanıdır. Bunlar bizlere Allah’ı, Kur’ân’ı, İslâmiyet hakîkatlerini hatırlatırlar ve anlatırlar.

Aynen bunlar gibi Ramazân’daki oruç da İslâmiyeti âzam mertebede ve alem (sembol, alâmet) hükmünde temsil ediyor. Nerede bir oruçlu insan görülse hemen İslâm ve Müslüman olduğu kolayca anlaşılıyor ve “Oruçluyum” diyen insan İslâmı ihtâr ediyor ve oruç, alâmeti ile şeâirliğini âzamî cihette yapıyor.

Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir nimet sofrası sûretinde yaratmıştır ve bütün nimetleri o sofrada “Umulmadık yerlerden” bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, Yüce Allah, yarattıklarını terbiye edip besleme ve onları gözeticilik vasfının mükemmelliği olan kemâl-i rubûbiyetini ve kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etmesi cihetiyle rahmâniyetini ve her bir mahlûkta tecelli edip görünen merhamet ediciliği olan rahîmiyetini o vaziyette sofra-i nîmet olarak ifâde ediyor. Özellikle “Umulmadık yerlerden” âyeti sırrınca hem insanların, hem hayvanların, hem de bitkilerin bütün rızıkları “umulmadık yerlerden” veriliyor ve mahlûkat mükemmel olarak besleniyor ve onlara çok güzel bakılıyor ve de merhamet ediliyor.

İnsanlar ise, Allah’tan uzaklaşıp nefislerinin arzularına dalarak duyarsız ve umursamaz bir hâl alarak gaflet perdesi altında ve sebepler dairesinde, Allah’ın nimetlerinin ifâde ettiği ma’nâları tam göremiyor ve aldanıyor, ba’zen de nimetlerin sahibini unutuyor. Hâlbuki gafleti parçalamak ve gafletten hakka dönmek esâs vazîfesi iken insan aldanıyor ve unutuyor. Gafleti parçalayan tefekküre yapışamıyor ve gafletten kolay kurtulamıyor.

İşte Ramazân-ı şerifteki oruç, ehl-i îmânı, birden muntazam bir ordu hükmüne geçiriyor ve o ordunun komutanından gelen emirlerle hareket eder misüllü komutanını tanıyor ve O’na inkîyât ediyor. Kuvvet, kudret ve hükümranlığının başlangıcı olmayan Sultân-ı Ezelînin ziyâfetine dâvet edilmiş bir sûrette akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir kulluk tavrı göstermeleri, o içten ve karşılıksız şefkat edici ve büyük ve haşmetli ve geniş merhamet ediciliğe karşı bol ve geniş ve büyük ve intizamlı bir kullukla ancak mukabele edebiliyor. İşte oruçla kul bu ubûdiyete müşerref oluyor. Bu ulvî kulluğa, kerâmetli şerefe katılmayan insanlar insanlık ismine ve mâ’nâsına lâyık olabilirler mi? Elbette olamazlar. Öyleyse o şerefli ubûdiyete oruçla katılmak insâniyetimizin ve fıtratımızın gereğidir.

Oruç insanın nefsindeki rubûbiyeti ve firavunluğu çok şiddetli bir şekilde kırıyor ve nefsi bir nev’î teslîm-i silâha mecbur ediyor.

Çünkü nefsin çok şümûllü mâhiyeti vardır. Meselâ; insan nefsi Rabbini tanımak ve emir altına girmek istemiyor. Kendisinin hür ve serbest olduğunu telâkkî ediyor. Hatta kendine vehmî bir Rubûbiyet veriyor. Kendi keyfince, başıboş olmak istiyor. Mükâfatta en önde ve vazîfede en geride durmak istiyor. Hem nefis kendinin ne kadar çabuk, zayıf ve sönmeye ma’rûz olduğunu ve çok çeşitli musîbetlere müptelâ olduğunu, çabuk dağılan ve bozulan et ve kemikten ibâret olduğunu da düşünmüyor.

Böylece kendisini lâyemût görüyor. Bunun için de bütün lezzetlere saldırıyor ve sınır tanımak da istemiyor. Bütün hırs ve şiddet ile dünyaya atılıyor. Hubb-u dünya ile onu arzu ediyor. Ahireti düşünmek istemiyor. Sadece dünyadaki fani ve geçici hazır lezzetlere müptelâ oluyor. Böylece zehirli bal hükmünde olan lezzetli ve kendisine menfaatli olan her şeye atılıyor.

İşte bu mâhiyetteki nefsi, oruç ibâdeti ve oruçtaki hakîkî açlık teslim alıyor ve nefis böylece hem Rabbini hem de nimetlerin hakîkî sahibi olan Mün’im-i Hakîkî olan Allah’ı tanıyor ve O’nun aciz bir kulu olduğuna inkiyâd ediyor.

Böylece oruç ibâdeti hakîkî maksâdına ulaşıyor ve Allah’ın kullarından istediği ubûdiyet böylece tam mâ’nâsına ve gâyesine ulaşmış oluyor.

Yirmi Dokuzuncu Mektub’da Ramazân-ı Şerîf’teki orucun hikmetleri kısaca şöyledir:

• “Hem Cenâb-ı Hakkın rubûbiyetine” bakar. Oruç Allah’ın Rab isminin tecellisine ve terbiye cihetine bakıyor. Nefis Allah’ın rubûbiyetinden ve terbiyesinden tam hissesini oruçla alıyor.

• “Hem insanın hayat-ı içtimâiyesine” bakar. Ramazândaki oruç, insanların sosyal ve cemiyet hayatına, yardımlaşmaya, fakirlerin hâllerini idrâk etmeye ve böylece zenginlerin fakirlere yardım etmesine bakan yönleri cihetiyle sosyal yönü kuvvetli bir ibâdet olarak vazîfesini yapıyor.

• “Hem hayât-ı şahsiyesine” bakar. Ramazândaki oruç hem de insanın şahsî hayatına bakıyor ve insana sabır, şükür kapılarını ardına kadar açmasına vesîle oluyor. İnsan oruçla nimetlerin hakîkî fiyatını ve sahibini idrâk ediyor, ülfet ve gafletten sıyrılarak nimetlerin Mün’im-i Hakîkînin ihsânı olduğunu anlayan insan kulluk mertebelerinde arş-ı kemâlâta çıkmaya orucunu vesîle yapıyor.

• “Hem nefsin terbiyesine” bakar. Oruç en çok insanın nefsine darbe vuruyor. Çünkü nefis ancak açlık tahtında teslîm-i silâh ediyor. Açlık olmasa nefis Rabbini tanımak istemiyor. Açlıkla zaafiyetini ve acziyetini anlayarak kulluğunu ve Allah’a olan ihtiyacını tam hissetmeye başlıyor. Zaten acziyetini ve fakriyatını anlayan insan kulluğa adımını atmış oluyor. İşte oruç nefsi bu cihetten çok iyi terbiye ediyor ve firavunluk tarafını törpülüyor.

• “Hem ni’âm-ı İlâhîyenin şükrüne bakar.” Oruç, insanların normal zamanlarda tam idrâk edemediği nimetleri ve Mün’im-i Hakîkîyi idrâk ettirdiği için hakîkî nimet sahibine hakîkî fiyat olan şükre çok keskin bir vesile oluyor. Bu cihetten de Allah’ın nimetlerinin şükrüne bakıyor.

Ya Rabbi, oruç emrinden hakîkî olarak nasiplenmeyi, Seni tanımayı ve nimetlerindeki nimet derecelerini fehmetmeyi bizlere ihsân buyur. Âmîn.
************************************


RAMAZAN AYININ VE ORUCUN HİKMETLERİ

Allah Kuran'da iman eden kullarına birçok emir ve tavsiyelerde bulunmuş, onlara çeşitli ibadetler bildirmiştir. Bu ibadetlerin herbirinin müminler açısından sayısız hikmetleri bulunmaktadır. Allah'ın yüceliğini takdir edebilen ve Kuran'ın ruhunu kavramış olan Müslümanlar derin derin düşünerek bu hikmetlerin büyük bir kısmını kavrayabilirler.

Ramazan Ayı da Müslümanların hikmetlerini iyi düşünüp kavramaları gereken bir öneme sahiptir. Çünkü Ramazan Ayı gerek hikmet yüklü mübarek Kuran'ı Kerim'in indirildiği gerekse Müslümanların yüksek bir kardeşlik ruhu içinde toplu olarak Allah'ın farz kıldığı oruç ibadetlerini yerine getirdikleri ay olması açısından özel bir önem taşımaktadır.

Allah Kuran'ın Bakara Suresi'nde bu ayın ve oruç ibadetinin önemini ve ne şekilde uygulanması gerektiğini şöyle açıklamaktadır.

Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara Suresi 185)

Ayette geçen ifadeden de açıkça anlaşıldığı gibi bu aya şahit olan tüm Müslümanların, Allah'ın kendilerine gösterdiği kolaylıklar çerçevesinde oruç ibadetlerini yerine getirmeleri gerekmektedir. Bu hem Müslümanların Rabbimiz olan Allah'ın yüceliğini ve kendilerine karşı ne büyük bir lütuf sahibi olduğunu anlamaları, hem de bu büyük rahmet karşısında Rabbimizi şükrederek tesbih etmeleri açısından son derece önemlidir.

Bir ay boyunca Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu emrini tutan ve sınırlarını aşmayan müminler nefislerini terbiye ederler. Bunun yanısıra diğer ibadetlerini yerine getirirken de nasıl bir nefsani terbiye içinde olmaları gerektiğini anlamış olurlar. Bu kavrayış bir insanın bir yandan kendi nefsini daha yakından ve tarafsız olarak tanımasını sağlarken, diğer yandan da böyle bir eğitime ne kadar ihtiyacı olduğunu anlamasını sağlar.

Diğer yandan insan hayatının her alanında aldığı bu özel terbiyenin nimetlerinden yararlanır. Çünkü nefsini terbiye etmiş -yani elindeki nimetlerin Allah'a ait olduğunu ve acizliğini fark etmiş- bir insanın hayatında bir takım değişiklikler meydana gelir. Böyle bir insanın dünya görüşü olaylar karşısındaki tepkileri ve yorumları farklılaşır. İnsani yönü ön plana çıkar. Allah'ın nimetleri olmadan yaşamanın imkansız olduğunu açlığı yaşamak suretiyle uygulamalı olarak tespit etmiş bir kişinin bakış açısında çok olumlu değişiklikler meydana gelir.

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri de Ramazan Ayı'nın ve oruç tutmanın bu yöndeki hikmetlerine eserlerinde geniş yer ayırmıştır. Ramazan ayı sırasında tutulan orucun kişinin nefsini terbiye etmesinde ve Allah'a yakınlaşmasında önemli etkileri olduğunu bir sözünde şu şekilde ifade etmiştir.

"İşte Ramazan-ı Şerif'teki orucun çok hikmetleri hem Cenab-ı Hakkın rububiyetine hem insanın hayat-ı içtimaiyesine hem hayat-ı şahsiyesine hem nefsin terbiyesine hem ilahi nimetlerin şükrüne bakar hikmetleri var."

Bu hikmetlerden bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

İnsanın Acizliğini Fark Etmesi

Ramazan ayı geldiğinde Müslümanlar Allah'ın kendilerine tarif ettiği şekilde oruç ibadetlerini yerine getirirler. Bakara Suresi'nde bu ibadetin vakti "…Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın… Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır..." (Bakara Suresi 187 şeklinde bildirilmiştir.

Allah ayetlerine iman eden ve O'ndan içi titreyerek korkanlar için bu süre kesin bir sınır olarak belirlenmiştir. Bu süre içinde kesintisiz olarak oruç tutan insanlar nefislerinin kendi üzerlerindeki etkisine şahit olurlar. Kötülüğü haddi aşmayı ve sınır çiğnemeyi emreden bencil aç gözlü zalim yönleriyle nefislerini tanıma fırsatı bulmuş olurlar. Ancak tüm bunların yanında onu nasıl dizginleyeceklerini nasıl söz geçireceklerini de öğrenirler. Zannettikleri gibi güçlü yıkılmaz ve sapasağlam bir vücutları olmadığını aksine son derece aciz zorluklardan çok çabuk etkilenen bir yapıya sahip olduklarını da bu ibadet vesilesiyle görmüş olurlar. Bu bir aylık süre boyunca aslında her yönden Allah'a ne kadar muhtaç bir varlık olduklarını kavrar, kendi acizliklerine bizzat tanık olurlar. Üstad oruç tutan bir insanın acizliğini fark edişindeki bu gibi hikmetleri Mektubat'ta şöyle ifade etmektedir.

Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi nihayetsiz fakrı gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Adete polattan bir vücudu var gibi ölmeyecekmişçesine kendini ebedi tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedid bir hırs ve tamahla ve şiddetli alaka ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Halıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; kötü ahlak içinde yuvarlanır.
İşte Ramazan-ı Şerif'teki oruç en gafillere ve inatçılara zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudunu ne derece çürük olduğunu hatırlatıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp kemal-i acz ve fakr ile dergah-ı İlahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevi eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır-eğer gaflet kalbini bozmamışsa!" (Yirmi Dokuzuncu Mektup Beşinci Nükte

İnsanların halden anlayan bir ahlaka sahip olmaları

Oruç ibadetinin bir diğer hikmeti de insanların bu ibadet sırasında diğer insanların içinde bulundukları durumu anlamalarıdır. Aç, susuz, fakir ya da ihtiyaç içinde olan bir insanın yaşadığı zorluklara kavrar, kendi durumlarına şükretmeyi öğrenirler. Çünkü elindeki imkanları kendi gücünden bilen bu nedenle de zenginliğine ve imkanlarına güvenen bir insan bu ibadet esnasında bu değerlerin bir önemi olmadığını daha iyi anlar. Fakir bir insanla kendisi arasında gerçekte hiçbir farkın olmadığını elindeki imkanların gelip geçici olduğunu görmesini sağlar. Bir yandan bu gerçeği fark ederken, diğer yandan da fakir bir insanın durumunu bizzat yaşayarak anlamış olur. İçinde bulunduğu bu durum kişinin kalbini yumuşatır şefkat ve merhamet hislerinin açığa çıkmasını sağlar. Daha insaniyetli halden anlar mütevazi, yardımsever ve fedakar bir kişilik kazanmasında önemli rol oynar.

Diğer taraftan fakir bir insan da kendisinden daha fakir ve muhtaç olan başka bir insanın durumunu anlar. Kendi haline şükreder. Her iki taraf da oruç ibadetlerini yerine getirirken hem ellerindeki nimetlere şükretmeyi öğrenirler, hem de samimi olarak açlığı tadarak o durumdaki insanların halini anlamış olurlar. Bediüzzaman Said Nursi fakirlerle zenginleri bir yapan oruç ibadetinin bu önemli hikmetini ise şöyle ifade etmiştir.

İnsanlar ihtiyaç cihetinde muhtelif bir surette var edilmişler. Cenab-ı Hak o ihtilafa binaen zenginleri fukaraların yardımına davet ediyor. Halbuki zenginler fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa nefisperest çok zenginler bulunabilir ki açlık ve fakirlik ne kadar elim ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hem cinsine şefkat ise şükr-ü hakikinin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun kendinden bir yönde daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa şefkat vasıtasıyla yardıma mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz yapsa da tam olmaz. Çünkü hakiki o hali kendi nefsinde hissetmiyor. (Yirmi Dokuzuncu Mektup Üçüncü Nükte)

Nefsin Terbiye Edilmesi

Oruç ibadetinin bir diğer hikmeti de insana nefsinin gerçek durumunu göstermesidir. Bediüzzaman Hazretleri, Mektubat adlı eserinde insan nefsinin bu durumunu şöyle ifade etmektedir.

Nefis kendini hür ve serbest ister ve öyle olduğunu düşünür. Hatta kuruntuya dayalı bir terbiye ve başıboş hareketi fıtri olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan dünyada servet ve iktidarı da varsa gaflet dahi yardım etmişse bütün bütün gasbederek hırsızcasına nimet-i İlahiyeyi hayvan gibi yutar.İşte Ramazan-ı Şerifte en zengin en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki kendisi malik değil köledir; hür değil kuldur. Emrolunmazsa en adi ve en rahat şeyi de yapamaz elini suya uzatamaz diye kuruntuya dayalı rububiyeti kırılır kulluğunu takınır hakiki vazifesi olan şükre girer."

Üstadın ifade ettiği gibi Allah'a teslim olmayı, kulluk etmeyi reddeden ve kendini özgür bilen insan nefsi sınır tanımaz bir azgınlık içine girmeyi arzular. Ancak Allah'ın Kuran'la insanlara getirdiği sınırlar bu azgınlığı dizginler. Bu sınırlardan biri de oruç ibadeti sırasındaki sınırlardır. Bu disiplin içinde nefsini eğiten onun bitmeyen istekleri yerine Allah'ın emir ve yasaklarına uyan insanlar gaflet uykusundan uyanırlar. Nefislerindeki azgınlığın yerini Allah'a kul olduğunu bilen aciz bir insana bırakır. Nefsinin bu durumunu kavramak onu mütekebbir ulaşılamaz kavrayışı zayıf bir insan sıfatından çıkarıp Rabbimize şükreden acizliğini fark etmiş güzel ahlaklı bir insan durumuna getirir.
Unutulmamalıdır ki, bu saydıklarımız oruç ibadetinin sayısız hikmetinden sadece bir kısmıdır. Ancak sadece bu saydıklarımız üzerinde düşünmek bile Müslümanların dimağını açacak ve diğer hikmetleri kendi vicdanlarıyla çözmelerinde onlara yol gösterecektir.
*********************************
Ramazân ayındaki oruç, İslâmiyetin beş rüknünden birincilerindendir. Hem de İslâmın alâmetleri olan şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

Biliyoruz ki ezan, selâm, başörtüsü, minâreler ve câmiler de İslâmiyeti âzam mertebede ihtâr ederler.
Bunların yanında “sübhânallah, elhamdülillah, mâşâallah, barekâllah” gibi kelimeler, selâmın lâfızları, besmele gibi birçok kavram İslâm işâretlerine yani şeâire dâhildirler. Mezar taşları, medreseler, çeşmelerdeki kitâbeler de bu mâ’nâda birer İslâm nişanıdır. Bunlar bizlere Allah’ı, Kur’ân’ı, İslâmiyet hakîkatlerini hatırlatırlar ve anlatırlar.

Aynen bunlar gibi Ramazân’daki oruç da İslâmiyeti âzam mertebede ve alem (sembol, alâmet) hükmünde temsil ediyor. Nerede bir oruçlu insan görülse hemen İslâm ve Müslüman olduğu kolayca anlaşılıyor ve “Oruçluyum” diyen insan İslâmı ihtâr ediyor ve oruç, alâmeti ile şeâirliğini âzamî cihette yapıyor.

Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir nimet sofrası sûretinde yaratmıştır ve bütün nimetleri o sofrada “Umulmadık yerlerden” bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, Yüce Allah, yarattıklarını terbiye edip besleme ve onları gözeticilik vasfının mükemmelliği olan kemâl-i rubûbiyetini ve kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etmesi cihetiyle rahmâniyetini ve her bir mahlûkta tecelli edip görünen merhamet ediciliği olan rahîmiyetini o vaziyette sofra-i nîmet olarak ifâde ediyor. Özellikle “Umulmadık yerlerden” âyeti sırrınca hem insanların, hem hayvanların, hem de bitkilerin bütün rızıkları “umulmadık yerlerden” veriliyor ve mahlûkat mükemmel olarak besleniyor ve onlara çok güzel bakılıyor ve de merhamet ediliyor.

İnsanlar ise, Allah’tan uzaklaşıp nefislerinin arzularına dalarak duyarsız ve umursamaz bir hâl alarak gaflet perdesi altında ve sebepler dairesinde, Allah’ın nimetlerinin ifâde ettiği ma’nâları tam göremiyor ve aldanıyor, ba’zen de nimetlerin sahibini unutuyor. Hâlbuki gafleti parçalamak ve gafletten hakka dönmek esâs vazîfesi iken insan aldanıyor ve unutuyor. Gafleti parçalayan tefekküre yapışamıyor ve gafletten kolay kurtulamıyor.

İşte Ramazân-ı şerifteki oruç, ehl-i îmânı, birden muntazam bir ordu hükmüne geçiriyor ve o ordunun komutanından gelen emirlerle hareket eder misüllü komutanını tanıyor ve O'na inkîyât ediyor. Kuvvet, kudret ve hükümranlığının başlangıcı olmayan Sultân-ı Ezelînin ziyâfetine dâvet edilmiş bir sûrette akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir kulluk tavrı göstermeleri, o içten ve karşılıksız şefkat edici ve büyük ve haşmetli ve geniş merhamet ediciliğe karşı bol ve geniş ve büyük ve intizamlı bir kullukla ancak mukabele edebiliyor. İşte oruçla kul bu ubûdiyete müşerref oluyor. Bu ulvî kulluğa, kerâmetli şerefe katılmayan insanlar insanlık ismine ve mâ’nâsına lâyık olabilirler mi? Elbette olamazlar. Öyleyse o şerefli ubûdiyete oruçla katılmak insâniyetimizin ve fıtratımızın gereğidir.

Oruç insanın nefsindeki rubûbiyeti ve firavunluğu çok şiddetli bir şekilde kırıyor ve nefsi bir nev'î teslîm-i silâha mecbur ediyor.

Çünkü nefsin çok şümûllü mâhiyeti vardır. Meselâ; insan nefsi Rabbini tanımak ve emir altına girmek istemiyor. Kendisinin hür ve serbest olduğunu telâkkî ediyor. Hatta kendine vehmî bir Rubûbiyet veriyor. Kendi keyfince, başıboş olmak istiyor. Mükâfatta en önde ve vazîfede en geride durmak istiyor. Hem nefis kendinin ne kadar çabuk, zayıf ve sönmeye ma’rûz olduğunu ve çok çeşitli musîbetlere müptelâ olduğunu, çabuk dağılan ve bozulan et ve kemikten ibâret olduğunu da düşünmüyor.

Böylece kendisini lâyemût görüyor. Bunun için de bütün lezzetlere saldırıyor ve sınır tanımak da istemiyor. Bütün hırs ve şiddet ile dünyaya atılıyor. Hubb-u dünya ile onu arzu ediyor. Ahireti düşünmek istemiyor. Sadece dünyadaki fani ve geçici hazır lezzetlere müptelâ oluyor. Böylece zehirli bal hükmünde olan lezzetli ve kendisine menfaatli olan her şeye atılıyor.

İşte bu mâhiyetteki nefsi, oruç ibâdeti ve oruçtaki hakîkî açlık teslim alıyor ve nefis böylece hem Rabbini hem de nimetlerin hakîkî sahibi olan Mün’im-i Hakîkî olan Allah’ı tanıyor ve O'nun aciz bir kulu olduğuna inkiyâd ediyor.

Böylece oruç ibâdeti hakîkî maksâdına ulaşıyor ve Allah’ın kullarından istediği ubûdiyet böylece tam mâ’nâsına ve gâyesine ulaşmış oluyor.

Yirmi Dokuzuncu Mektub’da Ramazân-ı Şerîf’teki orucun hikmetleri kısaca şöyledir:

• “Hem Cenâb-ı Hakkın rubûbiyetine” bakar. Oruç Allah’ın Rab isminin tecellisine ve terbiye cihetine bakıyor. Nefis Allah’ın rubûbiyetinden ve terbiyesinden tam hissesini oruçla alıyor.

• “Hem insanın hayat-ı içtimâiyesine” bakar. Ramazândaki oruç, insanların sosyal ve cemiyet hayatına, yardımlaşmaya, fakirlerin hâllerini idrâk etmeye ve böylece zenginlerin fakirlere yardım etmesine bakan yönleri cihetiyle sosyal yönü kuvvetli bir ibâdet olarak vazîfesini yapıyor.

• “Hem hayât-ı şahsiyesine” bakar. Ramazândaki oruç hem de insanın şahsî hayatına bakıyor ve insana sabır, şükür kapılarını ardına kadar açmasına vesîle oluyor. İnsan oruçla nimetlerin hakîkî fiyatını ve sahibini idrâk ediyor, ülfet ve gafletten sıyrılarak nimetlerin Mün’im-i Hakîkînin ihsânı olduğunu anlayan insan kulluk mertebelerinde arş-ı kemâlâta çıkmaya orucunu vesîle yapıyor.

• “Hem nefsin terbiyesine” bakar. Oruç en çok insanın nefsine darbe vuruyor. Çünkü nefis ancak açlık tahtında teslîm-i silâh ediyor. Açlık olmasa nefis Rabbini tanımak istemiyor. Açlıkla zaafiyetini ve acziyetini anlayarak kulluğunu ve Allah’a olan ihtiyacını tam hissetmeye başlıyor. Zaten acziyetini ve fakriyatını anlayan insan kulluğa adımını atmış oluyor. İşte oruç nefsi bu cihetten çok iyi terbiye ediyor ve firavunluk tarafını törpülüyor.

• “Hem ni’âm-ı İlâhîyenin şükrüne bakar.” Oruç, insanların normal zamanlarda tam idrâk edemediği nimetleri ve Mün’im-i Hakîkîyi idrâk ettirdiği için hakîkî nimet sahibine hakîkî fiyat olan şükre çok keskin bir vesile oluyor. Bu cihetten de Allah’ın nimetlerinin şükrüne bakıyor.

Ya Rabbi, oruç emrinden hakîkî olarak nasiplenmeyi, Seni tanımayı ve nimetlerindeki nimet derecelerini fehmetmeyi bizlere ihsân buyur. Âmîn.
UÇAN Blogları

Dikkat!
Görüntü ve Bilgiler Alıntıdır Telif Hakkı İle Korunuyor Olabilirler.

Hiç yorum yok: